Emre doğuştan bedensel engelli olduğu için kısacık yaşamında sırtında ağır acı dolu küfesiyle yaşamaya çalışıyordu.
Küçücük bedeninin içinde koca bir adamın bile taşıyamadığı güçlü bir yürek edinmişti kendine.
Yaşıtları gibi haşarı, yaramaz değil aksine özel durumundan dolayı olgun bir havaya bürünmüş.
Böylelikle bu haliyle güçlü görünecek, kimse ona acımayacaktı.
Her ne kadar büyük adam tavrı takınsa da o hala bir çocuktu ve kendince, kendi kurduğu dünyasında oyunlar oynuyordu.
Tüm dünyası dört duvar, anne ve babasından ibaretti.
Bir de arada dışarıyı izlemesine yardımcı olan odasının penceresi.
Her zamanki gibi annesinin yardımıyla cam kenarına oturtulmuş dışarıyı izliyordu.
Sokakta koşan, oynayan çocuklara dikti buğulu gözlerini ve uzun hayallere daldı…
Oda aralarındaydı artık. Bir kelebek kadar özgür ve mutluydu.
Oradan oraya koşuyor, odasında geçen kısacık ömrüne nispet yaparcasına gülümsüyordu.
Penceresinin köşesinde kurduğu hayal dünyasındaki büyü bir kaç çocuğun oyun esnasında çıkardıkları sesle bozuluvermişti. Duvarları izledi bu defada.
Ne yapmıştı, suçu neydi, kendine ait bir dünya yaratmaktan başka? İçindeki çocuğu dışarı çıkartmak mıydı hatası?
Kendini suçladı; durmadan ve dakikalarca duvarlarla konuştu.
Öyle ya tüm arkadaşı bu dört duvar değil miydi?
Onu tek anlayan, onunla dalga geçmeyen, hor görmeyen…….
Ağlamak istemedi güçlüydü, öyle görünmeliydi. Annesi bu halini görüp üzülsün istemedi.
Fakat artık çok bunalmıştı aylardır sokak yüzü görmemişti.
Ve içinde hapis olduğu dünyadan kaçmak istercesine bağırmaya başladı. Annesi telaşla Emre’nin odasına koştu.
“Neyin var yavrum?” dedi kadın. Emre “Anne bizim hiç paramız yok mu?” dedi.
Annesi bu soruya anlam verememişti. “Çok fazla paramız yok oğlum” demekle yetindi sadece.
Emre “Peki anneciğim hava çok mu pahalı?” dedi ve elindeki iki kuruşu annesine uzatarak “Bu hava almamıza yeter mi?” dedi.
Kadın Emre’nin aslında ne istediğini çok iyi anlamıştı.
Canından çok sevdiği oğlu normal çocuklar gibi ne çikolata, ne de şeker istiyordu.
Emre’nin günlerdir dışarıya hasret kaldığını, nefes almakta bile zorlandığı odasından çıkıp tertemiz bir havayı ciğerlerine doyasıya depolamak istediğini biliyordu.
Emre’nin kendisini suçladığı gibi, kadın da kendini suçlu hissetmiş ve vicdan azabıyla kahrolmuştu.
İlk defa parasız olmak onun bu denli çaresiz hissetmesine neden olmuştu. Yavrusunun avucundaki iki kuruşa baktı ve fakirliklerine hayıflandı. “Şayet paramız olsaydı oğluma bir tekerlekli sandalye alabilir ve çok istediği havayı ona doyasıya teneffüs ettirebilirdim” diye geçirdi aklından. Oysa oda biliyordu ki; bu hayalden başka bir şey değildi.
Hiç bir zaman tekerlekli sandalye alacak kadar paraları olmayacaktı…
Tüm engelli kardeşlerimizin engelliler haftasını kutlarken, bu hatırlatmanın sadece bir hafta ile sınırlı kalmamasını, her an hatırlamamız gerektiğini bir kez daha hatırlatırım....