Bektaşi inancına göre, bir insanın başına ne gelirse Allah’tandır. Buna “La faile illallah” derler. Allah’tan başka fail, sebep olan yoktur. Hayrın ve şerrin kaynağı o’dur anlamına geliyor.
Bektaşi pazarda dolaşırken biri arkadan gizlice yanaşıp ensesine tokat atıp kaçmış. Büyük bir hışımla dönüp arkaya bakan Bektaşi’ye yaklaşan adam;
“Erenlerim hani başa ne gelirse Allah’tandı, neden tokat atanı arıyorsun.”
Bektaşi cevap verir:
“Başa ne gelirse Allah’tandır kabul, ama bu iş için hangi pez…gi bana yolladı onu merak ediyorum.”
İlahi adaletin hangi sebeple gerçekleşeceği belli olmaz. Bu kuralı siyasetçilere anlatabilseydik iyi olurdu.
Devlet malına iştahı kabarık bir milletiz. Sistemimiz öyle hale gelmiş ki; oturduğun koltukta dürüst davranmaya kalksan tepelenirsin. Çevresini tatmin edemeyen siyasetçiyi en başta kendi ekibi terk eder. Kimse şu parti bu parti demesin. Küçücük şehirlerde bile nelere şahit oluyoruz. Sistem tüm siyasilere aynı olanakları vermiş, özellikle belediyeler rayından çıkmış durumda. Böyle bir belediyecilik sistemini şahsen sürdürülebilir görmüyorum. Muhalefetteyken dürüstlük abidesi olarak karşılananlar, beş yıl sonra tescilli hırsız olarak uğurlanabiliyor. Mevcut sistemin içinde siyaset yapanların çoğu bana göre birer kurbandır. Hem kendilerine verilen yetkilerin, hem de en büyük düşman olan nefislerinin kurbanı oluyorlar. Partiler kanarada sıranın kendisine gelmesini bekleyen adaylarla dolu.
Kimse Allah’ın sopası yok zannetmesin. Oturduğunuz koltuklar bu dünyadaki sınavınızdır. Allah’ın sopası meydanı boş zannedip devlet hazinesine el uzatanların kafasına ini verir. Gün gelir Allah birilerini aracı yapar, tokadı ensenize yersiniz. Onun için kendini kurnaz zanneden siyasetçilerin iki yakası bir araya gelmiyor. Koltuklarından inip sade vatandaş olduklarında hakikati anlasalar da çok geç.
Shakespeare ölümsüz eserinde “olmak ya da olmamak” diyor ya; olmanın bedeli bazen olmamaktan daha ağırdır. Haramzadeleri görüyoruz, duyuyoruz. Bir zamanlar mutlu olmak için çabalayıp geldikleri makamların, kalıcı mutluluğun kaynağı olmadığını görseler de aynı saygınlığı devam ettirebilmek adına şöhret kölesi olmaya devam ediyorlar.
Muaviye’nin oğlu I. Yezid’in en önemli özelliği zevklerinin peşinde koşan bir lider olmasıydı. İstanbul seferini gerçekleştiren önemli komutanlardan olmasına rağmen, Halifeliğe getirildiğinde üzerindeki sorumluluğu anlayamadı, nefsinin piyadesi oldu, yöneticiliğin asli görevlerini umursamadı. Günümüzdekiler Yezid’i gölgede bırakacak türden.
Muhalefetteyken Hacca gidip gündüz vakti zemzem ikram edip akşam olduğunda içki içecek yer arayanlara şahit olduk. Bu tür siyasetçiler üçkâğıtçıları yanından ayırmaz. Ya bir koltuk verip hırsızlık yapmasına olanak tanır, ya da astronomik faturalarla kurumun hortumlanmasına çanak tutar. Sabah fatura kesip öğleden sonra tahsilat yapıp, aynı günün gecesinde dansöze para yapıştıranları kimse mutlu zannetmesin. Hepsinin başında ayrı dert, nasıl helak olduklarını görmeye başladık. Allah’ın adaleti tecelli edeceği zamanı bilir elbette. Kimse yıkandığı sudan daha temiz olamaz, temiz kalmak isteyen kirli sulara yaklaşmasın. Haksız kazanç kendisini akıllı zannedenlerden bir gün çıkar. Devlet hesabını sormazsa bir gün gelir o hesabı Allah sorar.